Categories
Genel Kişisel Gelişim Psikoloji

Sürekli Bir Dakika Sonrasını Beklemek

Bu başlık geliştirilebilir, varyasyonları üretilebilir. Mesela sürekli geleceği beklemek, sürekli bir hafta sonrasını beklemek, sürekli bir gün sonrasını beklemek.

Bir çay içerken tadını almak yerine çayın bitmesini ve bir sonraki çaya geçmeyi beklemek. Yemek yerken bitirmeyi beklemek, öpüşürken sevişmeyi beklemek, kitap okurken sonunu beklemek.

Her geçen gün daha da sonuç odaklı bir hal alıyoruz. Sonuç odaklı olmak o kadar kötü birşey değil ancak süreçleri bir kenara atmak yaşama zevkini de bir kenara atmak demek.

Aslında bu düpedüz bitse de gitsek, bir an evvel ölsek de kurtulsak şu yaşamdan demek gibi bir şey. İnsanı çileden çıkaran noktası da tam olarak burası zaten.

İnsan başı ağrıdığında bunun bir an evvel bitmesini ister bu çok doğal, sağlıksız bir yönü de yok. Ancak her bekleyiş sağlıklı olmayı beklemek gibi değil.

İnsan sürekli içinde bulunduğu dönemin sonlanmasını bekleyerek aslında hiçbir zaman yaşamamaya çabalıyor.

Categories
Genel Kişisel Gelişim Psikoloji

Şüpheleri Gerçek Kılmak İçin Harcanan Çabalar

Kişinin kendisini sabote etmesi, kendi yıkımını hazırlaması açısından hatırı sayılır çabalardır.

Örneğin bir dersten asla geçemeyeceğini düşünen birinin o dersten geçmek için bir çaba göstermemesi bu alanda sık rastlanan örneklerden biridir.

Toplum içinde dışlandığından şüphelenen birinin herkese ters ve soğuk davranarak bunu garanti altına alması da örnek olarak gösterilebilir.

Sevgilinizin sizi sevmediğini düşünüp onun karşısında itici olabilmek için elinizden geleni yapıyorsanız bilin ki sebebi şüphelerinizi gerçek kılmak için elinizden geleni yapıyor oluşunuzdur.

Kişinin kendi kendini yıkmak isteyişinin tarihi kısa değil. Uzun bir zaman hem kişiler hem de toplumlar kendilerini yıkıcı faaliyetlerde bulunmuşlardır. Tam bir fenomen.

Elbette ben yine pratik davranarak zaten kısa olan hayatımızı çekilmez bir konser, sıkıcı bir parti haline getirmemek için zaman kazandıracak, bir an evvel şuur açacak cümleleri kurmaya çalışmak derdindeyim. Bu nedenle sepebler üzerinde durmak istemiyorum. Böyle davranışların birçok sebebi olabilir. Bu merakı gidermek ve bunlardan kurtulmak için en doğru yol psikologlara danışmak olacaktır.

Categories
Genel İlişkiler Kişisel Gelişim Psikoloji

Ezbere Yaşamak

Hayatta bizleri depresyona, huzursuzluğa, seçeneklerimiz yokmuş gibi davranmaya yönelten ve iyiden iyiye bunaltan şeylerden biri de hayatı ezbere yaşamaktır.

Ezbere yaşadığımız birçok alan var ve bunların hepsinden bir kerede bahsetmek imkansız. Bunlardan aklıma ilk gelen ikili ilişkilerdeki ezber lenmiş davranışlar.

Erkeğin kadını araması, ilk hamleyi erkeğin yapması, erkeğin kadını evinden alıp biryerlere götürmesi, erkeğin toplum karşısında bir dizi davranışla kadının acizliğini teyid etmesi gibi eylemler ezberlenmişler arasında sayılabilir.

Her mevsim yeni üst baş almak üzere alışverişe çıkma mecburiyeti, tatilleri mutlaka deniz kıyılarında yapma mecburiyeti, oturulan evin banyosunu mutlaka yenibaştan yaptırma mecburiyeti aklıma gelen diğer ezbere davranışlar.

Ezbere yaşamanın bir başka örneğini kişilere boş zamanlarını nasıl geçirdikleri sorulduğunda verilen cevaplardan anlayabiliriz. Genelde çoğunluk “kitap okurum, müzik dinlerim” der. Bunun çoğunlukla doğru olmadığını biliriz ama mesele o değil. Mesele bunların ezberden dökülen kelimeler olması. Yani bir insan boş zamanlarında kitap okur, müzik dinler; kişi bunu ezberlemiştir ve sorulduğunda bunu söylemektedir.

Ezber yaşamlar, ezber algılama biçimleri medya tarafından da desteklenir ve pekiştirilir. Örneğin medya satanistlere, clubberlara, annelere, solculara, manik depresiflere, vb. ye dair haber yaptığında öyle bir anlatım tarzı kullanır ki zannedersin anlatılan türde insanların ait oldukları tek grup bu, bir kere bu sıfatlardan birine ait biri hayatında başka bir şey bulunduramaz ve yaşayamaz.

Ezbere yaşamak aynı zamanda kişinin kendisi dışındaki kişi ve kurumlara sorumluluk yüklemesini kolaylaştırır. Mesela her eczacının farmakolojiyi acayip iyi bildiğini düşünmek, muhasebecinizin asla hata yapmayacağı ön kabuluyle yaşamak, bir hemşirenin önündeki ilaç kutularını karıştırmayacağını düşünmek, havada giden bir uçağı kullanan pilotun hiç hata yapmayacağını varsaymak bu tür ezbere yaşam ve kabullenme biçimleri olarak üzerimize düşen sorumluluğu hafifletir, başkalarına teslimiyetimizi kolaylaştırır.

Elbette bazı davranışları, gelişmeleri ön kabul olarak bekliyor olmamız hunharca eleştirilmemeli ama yine de ezbere yaşanan bir hayatın getirdiği sıkıntılar söz konusu olduğunda hayatın farklı yönleri ve değişik gerçeklerinin varlığı da mutlaka hatırlanmalıdır.

Categories
Genel İlişkiler İş Hayatı Kişisel Gelişim Psikoloji

Güzel Bir Haftaya Başlamak

Büyük ölçüde elinizde olan birşeydir.

Bütün yapmanız gereken zihninizden tarifleri ve tanımları mümkün olabildiğince silmek. Şöyle ki; ödememiz gereken faturalar, bitirmemiz gereken işler ve daha birçok sorumluluğumuz, bunları gerçekleştirmediğimiz takdirde olacaklarla zihnimizi kurcalar, sinirlerimizi bozar.

Bir an için gözlerinizi kapatın ve bu hafta yapmanız gereken hiçbir şeyi yapmadığınızı ya da yapamadığınızı hayal edin. Neler olabilir? Ödemediğiniz faturalar nedeniyle mahkemeye verilebilirsiniz (acaba?), bitirmediğiniz işler nedeniyle ciddi biçimde azarlanabilirsiniz (bundan tam olarak emin misiniz? bu hafta işinizi kaybetmeniz olası mı?), aramadığınız arkadaşlarınız sizi sonsuza kadar terkedebilirler (mantıklı olun!), vs., vs.

Şimdi de yeni bir olasılığa doğru bir yolculuk yapalım. Yukarıda yazdıklarımı zaten daha geçen haftadan yapmamış olduğunuzu, hatta belki bir aydır yapmıyor olduğunuzu düşünelim. Ne olur? Bu hafta başınıza gelebilecek en kötü şey nedir? Mahkemeye verilirseniz ne olur? İşten atılırsanız ne olur? Kiranızı ödeyemezseniz ve ev sahibiniz evi boşaltmanızı isterse ne olur?

Ben bir ipucu vereyim. Kötü olarak etiketlendirdiğimiz şeyler olur. Bunların sonucunda birşeyler olur ve biz onları iyi ya da kötü olarak ikiye ayırırız.

Bu biraz çocuk eğitiminde askerle, polisle, hocayla hatta arapla korkutulmaya benziyor. Bir ibadet yerinin kutsallığını sağlayan nedir? Büyük ölçüde zihninizdeki imajdır. Çevredekilerin konuşmalarına karşı hassas olan birinin karşısına çıkıp ana avrat dümdüz küfür edildiğinde o kişinin başından aşağıya kaynar sular dökülmesine neden olan şey nedir?

Ölüm, hastalık, kötü olaylar karşısındaki korkularımızın sebebi bu olayların kendisi midir? Yoksa onlara atadığımız anlamlar mıdır?

Şimdi başka bir hayal kuralım:

Gözlerinizi kapatın ve iki hafta sonrasına gidin. Bugün başlayan hafta içerisinde yapabileceğiniz birçok şeyi yapmadığınız için sıkıntı içinde olduğunuzu hayal edin. İçinize kapandığınızı, bir an evvel uykuya dalmak istediğinizi ve içinizden şu sözleri geçirdiğinizi düşünün: “Keşke şimdi iki hafta öncesinde olsaydım!”

Size iyi bir haberim var; şu anda tam iki hafta öncesindesiniz. Yaşamınızı iyiye doğru şekillendirmek bugün yapacaklarınıza bağlı.

Hali hazırda geleceğe göre geçmiş bir tarihte bulunmanın tadını çıkarın ve avantajını kullanın. İki hafta sonra keşke almasaydım diyebileceğiniz ayakkabıları bugün almama şansınız var. Ya da iki hafta sonra keşke yemek teklifini o gün kabul etseydim diyeceğiniz kişinin teklifini bu hafta kabul etme şansınız var. Zamanda geriye dönmek ister ya insan, işte dönülebilecek en uygun, en gerçekçi zamandayız şu anda.

Zaman zaten izafidir. Zamanı biçimlendirmek, “inansanız da inanmasanız da” değil, “isteseniz de istemeseniz de” sizin elinizde.

Bu anlattıklarımı uygulamak için ilk adımı atmak istiyorsanız size bir ipucu vereyim: Siz bu dünyada yaşayan en önemli insansınız.

Categories
Genel Kişisel Gelişim Psikoloji

Beklemek ve Ertelemek: İki Dipsiz Kuyu

GIRGIR dergisini hatırlayanlarınız vardır diye tahmin ediyorum. Zamanında dünyada en çok satılan ikinci mizah dergisiydi. Orada çok sevdiğim, üzerinde yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen hala dün gibi aklımda olan bir karikatür var. İdam cezası almış bir mahkuma ipi boynundan geçirmeden evvel “son arzun nedir” diye soruyorlar. O da “tıp okumak istiyorum” diyor.

İnsan birşey yapmak istediğinde, birşey yapması gerektiğinde direnir, önce yapacak başka işler bulur. Bu konuda en çok anlatılan örnekler ders çalışmaya oturmadan evvel yapılanlardır sanırım.

Başlarken verdiğim örnek biraz tuhaf kaçtı biliyorum ama insan psikolojisinde de böyle muazzam bir tezat var. Hadi o adam ölüme gidiyor ve bunu ertelemek arzusu karikatürize edilmiş. Ama çevrenize bir bakın, hayatı ertelemek için master üzerine master, doktora üzerine doktora yapan çok sayıda kişiye rastlarsınız.

İnsanoğlu, sadece gündelik işlerini değil; yaşamayı, bir yetişkin olarak kendi kararlarını almayı, özgürlüğünü kullanmayı da erteler.

Irvin Yalom bir kitabında karar vermeden beklemenin karar verme acısını hafifletmeye çalışmak olduğunu anlatıyor. Harekete geçmeyip beklemek, karar vermekten kaçınmak sanki “yeteri kadar zaman geçerse kararlar kendiliğinden ortaya çıkacakmış” hissi nedeniyle ortaya çıkar diyor.

Bir diğer yandan “carpe diem”, yani günü yakala gibi deyimler, bugünün işini yarına bırakma gibi öğütler ile bir yere varılamıyor. Bu öğütlerle çevrelenen insan karar verme becerisini sorgulamak yerine kendini güçsüz ve hasta olarak görüyor. Bu bir anlamda toplumun bir suçu. Henüz çocuk yaştan itibaren neler yapabileceğini değil neler yapamayacağını öğrenen insan gelecekte de bu olmazlarla yaşamaya devam ediyor.

Bazen de insan eğer kendi kararlarını kendisi verir ve bağımsız davranırsa çevre için yıkıcı olacağını ya da başkalarının hakkını yiyeceğini düşünür. Geleceği gözümüzün önünde canlandırarak bunun da aslında boş bir düşünce olduğunu, beklemek ve ertelemek için zihnin uydurduğu yeni duraklar olduğunu farkedebiliriz.

Bu konudaki yanılgılardan biri de kişinin birşeyi istediği halde yap(a)madığını zannetmektir. İnsanın istediği şeylerin peşinden nasıl koşturduğunu gözlersek bunu da kolaylıkla çürütebiliriz. Mesela çok istediği halde yüzmeye gidemediğini iddia eden biri maça gitmek için yüzmekten çok daha yorucu bir yolu büyük bir hevesle katedebilir. Benzer biçimde insanlar isteyip de yapmadıkları birçok konuda seve seve yaptıkları şeylerle karşılaştırma yaparak aslında birer seçim yapmakta olduklarını farkedebilirler.

Önemli olan şu kısa hayatı olup bitenin biraz daha farkında olarak, acısıyla tatlısıyla kaçmadan yaşamaktır.

Categories
Kişisel Gelişim Psikoloji

Rüyalar Ne İşimize Yarar, Nasıl Yorumlanır

Sanırım dünyada en çok satan kitaplar arasına rüya tabirleri üzerine yazılmış olanlar da girmiştir. Ayrıca birçok teyze, nine, amca rüya tabirinden anlar. Ama benim burada değerlendirmek istediğim konu o anlamdaki rüya tabiri değil. O daha ziyade şekillere belli, sınırlı ve katı anlamlar verilerek bakılan kahve falını andırıyor. Ben rüyaların sembolik diline psikolojik açıdan yaklaşmayı tercih ederim.

Tabii bu arada rüyalarında geleceği ya da o sırada gerçekleşmekte olan bir olayı görenler var. Bu konuya burada değinmeyeceğim. Bunların kayda değer iddialar olduğunu düşünüyorum. Parapsikoloji alanına giren bu konuda her geçen yıl gelişen çalışmalar yapılıyor. Konuya psikolojik açıdan yaklaşmam, parapsikolojiyi reddettiğim anlamına gelmesin diye bunu da not düşeyim dedim.

Rüyalarımız, bilinçaltımızın dili ile konuşur. Bu dil, çoğu kez, bilmediğimiz yabancı bir dilden daha yabancıdır. Bir kişinin rüyalarına dair anlamlı bir yorum yapabilmek için o kişiyi biraz tanımak gerekir çünkü rüyalarda görülen nesne, olay ve kavramların anlamları kişiden kişiye değişir. Psikolojide cinselliği ve cinsel rahatsızlıklar ile ruhsal hastalıkların nasıl birbirleri ile etkileşim içinde olduğunu araştıran, cinselliğe bol vurgu yapmasıyla tanınan Freud bile “bazen rüyada görülen bir yılan sadece bir yılandır” demiştir. Yani biri bize rüyasını anlattığında onun rüya dili ile bizim rüya dilimizi özdeş tutarak açıklama yapamayız.

Rüyaların sembolik dili, bilinçaltımızda bazı nesnelerin, bazı olayların kendi kişisel geçmişimiz doğrultusunda belli anılarımız, duygularımız ve düşüncelerimizle kurulan bağdan oluşur. Böyle bir konuda en iyi anlatım yolu örnekler üzerinden olabilir.

Rüyanızda Özgür adında birini görmeniz, özgürlük kavramına bir gönderme olabilir. Rüyanızda Özgür adında birinin kaybolduğunu görmeniz; bilinçaltınızda özgürlük hislerinizi kaybettiğinizi düşünmenizle alakalı olabilir.

Rüyanızda at görmeniz, geleneksel tabirlere göre murat anlamına gelmeyebilir. O at, bilinçaltınızda at yarışları oynamayı çok seven ya da Veliefendi Hipodromu yakınlarında oturan bir tanıdığınızı sembolize ediyor olabilir.

Rüyaların yorumlanması ile ilgili bir görüş, kişinin rüyasında gördüğü herkesin kendi ayrı bir yönünü temsil ediyor olabileceğine işaret eder.

Kişinin kendisini yaralanmış ya da vücudunu değişmiş olarak görmesinin ise çoğu kez bilinçaltındaki ölüm korkusuna vurgu yaptığı söylenir.

Her ne kadar herkesin bilinçaltı sembolik dili farklı ise de, psikoterapi vaka kayıtlarından yola çıkılarak bazı genellemeler yapılmış. Bunlardan ilginç bulduklarımdan biri kişinin rüyalarda kendi hayatını arabası olarak görmesi. Bir başka ilginç bulgu ise çoklu kişilik bozukluğu olan hastaların tedavi sürecinde rüyalarında birbirlerine sarılan insanlar, birbirlerinin içinden geçen su dalgaları görmeleri.

Rüya yorumları, mutlaka örneklendirilerek anlatılması gereken ve tek bir yazıya sığdırılamayacak bir konu. Bilinçaltının yarattığı sembolik dil ancak çok sayıda örneğin gözden geçirilmesiyle kazanılacak bir alışkanlık, deneyim ve birikim sonucu öğrenilebilir. Tabii bir de her yeni rüya yorumunda kişinin o ana dek bildiklerini bir yana bırakıp yeni rüyaya tarafsız gözlerle bakabilmesi gerekir.

Kişisel gelişim ve değişim açısından da rüya yorumlamanın rolü büyüktür çünkü rüyalar kişinin bilinçaltındaki temel korku, öfke ve benzeri engelleyici duyguların çözümlenmesine olanak sağlarlar.

Categories
Genel Kişisel Gelişim Psikoloji

Stresten Uzak, Gerçeklere Yakın

Stres, anksiyete, huzursuzluk, endişe, korku gibi sıkıntılı durumlar hayatın gerçeklerinden uzaklaştıkça daha çok başımızı sarar. İnsan psikolojisinin ve zihnin işleyiş biçimiyle alakalı birşey bu.

Korktuğumuz, canımızı sıkan, bizi üzen birşey yaşadığımızda bunu en kısa zamanda unutmaya çalışırız ama unuttuklarımız ya da o an için unutmayı becerdiklerimiz gerçekte zihnimizden silinmez. Varlıklarını korumaları ve sürekli olarak yokmuş gibi davranılmaları nedeniyle kendilerini hissettirmek isterler. Bu hissettirme biçimi kendini genelde kızgınlık, karamsarlık, baş ağrıları, değişik psikosomatik rahatsızlıklar olarak gösterebilir.

Biraz daha açmak gerekirse; sabah uyandığımızda eğer yaşadığımız gerçeklerden kaçmak yerine “Selahattin’e şu kadar borcum var, Aysel benden telefon bekliyor, en geç iki hafta içinde diş doktoruma uğramam lazım, çocuklara yazlık ayakkabı alınacak, ayın şu gününde şu ödemem var” gibi hatırlatmalarla güne başlarsak sorunlarımıza çözüm getirme mekanizmalarımız daha erken ve daha etkili işlemeye başlar.

Bunu becerebilmek ise temel bir kendine güven ve kendini sevmeyi gerektiriyor. Alakası ise şöyle; kişinin en önemli sorumluluğu kendi yaşamına dair olan sorumluluğudur. Yani en önemli sorumluluğumuz iyi bir vatandaş, iyi bir eş, iyi birer anne baba, iyi bir dost, iyi bir sevgili, iyi bir arkadaş, iyi bir çalışan olmak değildir. Ancak insan kendisinden kaçtıkça az evvel saydığım ikincil sorumluluklara doğru yönelmeye başlar ve sorumluluk bilincini bunlarla tatmin etmeye çalışır.

Akşam geç saatlere kadar ofisten çıkmayıp masa başında iş yapanlar büyük oranda işin gerektirdiği sorumluluğu yüklenmekle değil kendileriyle ilgili sorumluluk duygularını bir yer değiştirme ile tatmin etmekle meşgul olurlar. Kişi bunu bilincinde farketmez. Bu durum bilinçaltına itilmiştir. Üzerinde çok durmaya gerek yok, yaşadığımız evrende varolan birçok şey gibi insan psikolojisi de mükemmel değil. Yapılması gereken ah vah etmek yerine kendimizi sevmekten ve kendimize saygı duymaktan başlayarak adım adım kendi sorumluluğumuzu üstlenmemizdir.

Kendimizi, yaşadığımız bir dizi olayın kurbanı olarak tanımlamak yerine başımıza gelenlerin sorumlusu olarak tanımlarsak bugünkü hayatımızı değiştirmek için gereken kudrete sahip olduğumuzu da görürüz.

Şimdi kimileri der ki param yok, zamanım yok, gücüm yok. Ben de diyorum ki bunlardan siz sorumlusunuz. Hayatın bazı gerçekleri değiştirilemez olabilir ama birçok şeyi değiştirmek de sizin kendi elinizdedir.

Özetle, strese neden olan faktörlerin önemli bölümü bize sıkıntı veren / verdiğini sandığımız olay ve durumlardan kaçmaktan kaynaklanır. Kendi hayatınızın dizginlerini elinize almaya karar verirseniz daha az stres yaşamanız mümkündür.

Hayat zaten çok kısa, daha sakin, daha huzurlu, daha neşeli, daha dolu bir yaşama direnmek biraz lüks değil mi?

Categories
Kişisel Gelişim Psikoloji

Bir Psikanaliz Hastalığı: Terapötik Zehirlenme

Analitik, dinamik terapi alanında görülen bir yan rahatsızlıktır. Genelde psikoterapiye başladıktan altı ay kadar sonra gözlemlenebilir. Psikanaliz sürecinin şaşkınlığını yavaş yavaş üstesinden atmaya başlamış olan bireyi bir psikanaliz heyecanı sarar. Bu, tıp fakültesinde kanser hakkındaki derslerden çıkışta belirtileri üzerine alınıp acaba ben de kanser miyim diye sormaya ya da Rocky, Rambo gibi filmlerin çıkışlarında birer kahraman olmaya benzetilebilir.

Şaka bir yana, belli bir zeka seviyesinin üzerindeki herkes için psikologculuk oynamak çok zevklidir. Bunun yanısıra kişiyi kendi ruh dilini çözmek yolunda geliştirebilir, başkalarının gelişimine katkıda bulunabilir. Her ne kadar asla profesyonel bir psikoterapist, psikolog ya da psikiyatristin yerini alamayacak olsa da kişilerarası duygusal paylaşımın artmasına yardımcı olabilir.

Konumuzun biraz derinine inersek, terapötik zehirlenme, kişinin psikoterapi seanslarında terapiste açtığı ve çözümlenmeye başlamış konuların benzerlerini kendi başına yakalaması ve bunların etrafında haddinden fazla dönmesi olarak açıklanabilir.

Şuur sahibi, bilinçli bir insan evladı olmak mutluluğun olmasa da huzurun anahtarlarından biridir. Bu nedenle öfke, sevgi, üzüntü, korku gibi duyguları yakalayıp onları terbiye etmek kişinin yararına sonuç verir. Ama kişinin her davranışını kendi kendine derin bir biçimde analiz etmeye çalışması, araba kullanırken yola dikkat etmek yerine önündeki göstergelere bakakalmak gibi bir alışkanlığa dönüşürse tahmin edebileceğiniz gibi bu durum kazayla sonuçlanır.

Sorunun çözümü, biraz sabırlı olmak ve duygusal dedektifliği terapi seanslarında psikoloğunuzla paylaşmaktır. Terapötik zehirlenmenin bir dezavantajı psikologla görüşme sırasında ortaya konması çok önemli, sağlıklı ve çözüme yönelik ilerleme sağlayacak duygusal konuları kişinin kendi kendine bir heyecan dalgasıyla yaşayıp sonra da kısa sürede unutmasıdır. Bu biçimde terapi seanslarından kaçırılan duygular terapilerin uzamasına ve terapistle iletişimin zayıflamasına neden olabilir.

Elbette bu anlattıklarım; kişi kendi kendini tetkik, analiz etmemelidir anlamına gelmiyor. En güzel şey kişinin kendi doktoru olmasıdır. Bütün anlatmak istediğim insanoğlunda bir de böyle bir eğilim olduğundan bahsetmek ve kısa hayatta bununla fazla zaman kaybetmemeyi tavsiye etmek.

Categories
Genel Kişisel Gelişim Psikoloji

Kişisel Gelişim Kitapları Neden İşe Yaramıyor?

Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde başta A.B.D. olmak üzere birçok ülkede kişisel gelişim kitapları en iyi satanlar listelerinde üst sıralara oturdular. Yine de birçok insan kişisel gelişim kitaplarını beğenmiyor, işe yaramadığını söylüyor, laf kalabalığı olarak nitelendiriyorlar.

Ben de şahsım adına kişisel gelişim kategorisine giren kitaplardan çok okumamış olsam da, elime geçirdiğim birkaç tanesinden de pek hazzetmediğimi itiraf etmeliyim. Bir yandan da bu kategorideki kitaplar nasıl hem bu kadar çok satılıp hem de bu kadar çok şikayet konusu oluyorlar? Değinmeye değer bir konu.

Birçok kişisel gelişim kitabı maalesef sizin kişisel gelişiminizden ziyade toplum karşısında gelişmiş biri olarak kabul görmeniz esasına dayalı. Bu nedenle de birey olarak bu kitaplardan kendi gelişiminiz adına bir mesafe kaydetmeniz biraz zor.

İnsanın işinde daha başarılı olması, daha iyi bir sevgili, eş, anne, baba, arkadaş olabilmesi kişisel gelişim değildir. Dolayısıyla bu yönde bir değişimi empoze eden, zorlayan kitapların kişisel gelişime katkıda bulunmaları elbette zordur.

Başlangıçta gerçekten çevreden daha çok onay görmek üzere değişmek isteyen birey herkesi aynı anda aynı derecede mutlu edemeyeceğini anlayınca hem yaşama hem de kişisel gelişim kitaplarına isyan eder. Böyle olması son derece doğaldır. Eğer kişisel gelişim için çıkış noktanız etraftan daha fazla saygı ve kabul görmekse, toplumun değişik kesimlerinin ne kadar farklı değer yargılarına sahip olduğunun farkına vardığınız an bu bir hayal ıkırıklığı yaratabilir.

Ama maalesef çoğu insan kişisel gelişim dediğimiz zaman farkında olmadan toplumda daha fazla kabul görmek, daha çok para kazanmak, toplumun belirlediği kriterlere göre başarılı olmak gibi şeyler anlıyor.

Bir diğer yandan da toplumun kriterleri o kadar değişken ve ikiyüzlü ki, bireyden talep edildiği hissettirilen şeyler yerine getirildiğinde toplum oyunu çoktan başka hal ve davranışlar doğrultusunda kullanmış oluyor.

Bu nedenle de argümanlarını topluma kendini daha çok beğendirmek üzerine kurmuş olan kişisel gelişim kitaplarının bir işe yaramaları imkan dahilinde değil.

Kişisel gelişimin anahtarı herşeyden önce kişinin kendi doğasını tanıması ve kendi doğasının elverdiği şartlar ve imkanlar dahilinde kendisini geliştirmesidir. Zaten bunun yerine toplumu ölçü alan bir kişisel gelişim, genel geçer kriterlere ulaştıktan sonra mutlaka sekteye uğramaya mahkumdur. Hayat kısa ve bu kısa hayatta kendinizi geliştirmek istiyorsanız bu gelişimin ne yönde olması gerektiğine dair ölçütleri de kendiniz belirlemelisiniz.

Categories
Kişisel Gelişim Popüler Psikoloji

Antidepresan Nedir, Nasıl Kullanılmalıdır?

Son yirmi yılın en meşhur ilaç gruplarından biri SSRI adıyla sınıflandırdığımız yeni nesil antidepresanlardır. Bunlardan en bilineni Prozac’tır. Diğerlerinden bazıları; cipram, lustral, ve bunların türevleri olarak sayılabilir.

Depresyon, daha evvel bir yazımda da belirttiğim gibi, beyindeki serotonin trafiğinin bozulmasıyla ortaya çıkan tıbbi bir rahatsızlık olarak nitelendirilmektedir. Bu bozukluk, serotoninin bir hücreden diğerine geçişi sırasında geçişinin engellenmesi ve beyinde yeterli çoğunlukta seyahat edememesidir. SSRI sınıfı antidepresanlar, serotonin trafiğini düzenlerler. Serotonin bir hücreden diğerine geçemeyip geri dönerken geri dönmekte olduğu hücrenin onu kabul etmesine engel olur ve böylelikle serotonin beyindeki gezintisini rahat rahat sürdürür.

Bu ilaçların etkilerini gösterme süreleri bünyeden bünyeye değişir. Bu süre genelde iki hafta ila iki ay arasında olarak tanımlanır.

Antidepresanlar mutlaka bir psikiyatrist kontrolunde kullanılmalıdır. Başlama ve bitirme kararı psikiyatristle birlikte verilmeli ve bu tür ilaçları almak psikiyatrist onayı olmadan sonlandırılmamalıdır.

Antidepresan kullanan çoğu kişi genellikle ilaca başladıktan iki ay kadar sonra kendilerini iyi hissederek artık ilaca ihtiyaç duymadılarını düşünürler. Oysa antidepresan etkisini göstermeye başlamıştır ve tıpkı antibiyotikler gibi belli bir süre kullanılmaları gerekir. İkinci aydan sonra ilacı kesen birçok depresyon hastası vardır ve hepsi kısa sürede depresyon tuzağına geri dönerler.

Antidepresan kullanım süresi genelde en az altı ay olarak kabul görmüştür. Kalıcı bir tedavi için antidepresanlar değişik dozlarda yıllarca kullanılabilir.

Kullanım süresi konusunda ilaç firmalarının içten davranıp davranmadığı hakkında tartışmalar sürmektedir. Ancak ben kişisel tecrübelerime dayanarak minimum altı ay, ortalama bir ya da iki yıl gibi bir sürenin en iyi sonuçları doğurduğunu söyleyebilirim (kişisel tecrübedir, güvenmeyiniz ve psikiyatrınıza danışınız).

Depresyon tedavisinde ilaç kullanımı tek başına kalıcı iyileşme sağlayamaz. Mutlaka psikoterapi tedavi sürecine eşlik etmelidir. Benzer biçimde, tek başına psikoterapi depresyonun kökünü kurutmak için yeterli çözüm olmayabilir. İlaç tedavisi artı psikoterapi depresyonla baş etmenin en sağlıklı yoludur.