Categories
Kişisel Gelişim Psikoloji

Yiyecekler Ruhunuzdaki Boşluğu Doldurmaz

Başta A.B.D. olmak üzere birçok ülkede obezite ciddi bir sorun. Tıbbi yönleri olmakla beraber aşırı yemenin, aşırı beslenmenin psikolojiye, kişinin ruh haline dayalı nedenleri de vardır.

İnsanoğlu, bazen ifade edemediği duyguları bedeniyle dile getirir. Beden dili değil bahsettiğim. Biraz uç bir örnek vereyim, hızlı anlatabilmek açısından; bir arkadaşının söylediği ağır bir sözü sindiremeyen birinin karnına ağrılar girebilir.

Yaşamın en zor tarafı onu anlamlandırmaktır. İnsanlar herşeyi anlamlandırmak isterler. Anlam boşluğu olan noktalarda kendimizi kötü hissederiz. Hayat anlam kazandırmaya çalışmak hem iyi hem kötü bir uğraştır. Eğer elinizdeki olanaklarla ya da potansiyel olanaklarla hayatınızı anlamlandıramıyorsanız kendinizi ve buradan yola çıkarak çevrenizi suçlarsınız. Bu sizi saldırgan ve zor anlaşılır biri haline getirir.

İşte tüm bu anlamlandırma çalışmaları içinde zaman zaman kişi boşluğa düşer ve değersizlik duyguları yaşar. Kendisini doldurması gerekir. İster inanın ister inanmayın, bazı insanlar içlerinde hissettikleri değersizlik, anlamsızlık ve boşluk duygusunu birşeyler yiyerek kapamaya çalışırlar.

Dışarıdan bakıldığında olay iştahla, iradesizlikle ve benzeri yargılarla açıklanır. Ancak esas mesele kişinin psikolojisinde, ruhundadır. Herhangi bir alandaki tatminsizlik kendini karışık pizza ya da kazandibi ya da kızarmış tavuk gibi nesnelerin lezzetinde yapay bir tatmine dönüşüp durumu telafi etmeye çalışabilir.

Bu dürtü bilinçdışından geldiği için insanoğlu bunun psikolojik yönüne değer vermez ve yine kendini değiştirmekten kaçar.

Bu durumu çözüme kavuşturmanın başlangıcı, aşırı yemek yemeye başladığınız anda bir önceki adımda içinizi basan sıkıntıyı yakalamanız ve yemeğe hamle etmek yerine o sıkıntıya gerçek dünyada bir çözüm bulmaya çalışmanız olabilir. Zaman kazanmak için bir profesyonelin yardımına başvurmanız kesinlikle faydalı olacaktır.

Categories
Kişisel Gelişim Psikoloji

Kendinden Başka Herkesle İlgilenmek

Nevrotik kısır döngü içerisinde zaman zaman hepimizin başına gelebilecek bir yanılgıdır. Kendimizden başka herkesle ilgileniriz, sonra da bundan şikayetçi oluruz, kendimizden başka herkesi düşündüğümüzü anlatırız. Doğrudur. Kişi gerçekten kendine gereken önem ve değeri vermez, başkalarının hayatlarında yaşar, onların endişelerini paylaşır, sıkıntılarını gidermeye yardımcı olur. Ardından karşılık görmediğini düşünürse de sinirlenir.

Bazen kişi gerçekten yaptığı iyiliklerin karşılığını göremez. Bazen de herkesin kendisi gibi “kendinden başka herkesle ilgilenmesini” bekler. Ancak bir elin beş parmağı nasıl birbirinden farklıysa insanlar da birbirlerinden farklıdır. Bazıları büyümüş birer yetişkin olmuştur, bazıları da özendikleri anne, baba, öğretmen, abi, abla rolunu üstlenmiş, kendisini bunlarla bağdaştırmış, onların tiyatrosunu oynamaya bütün zamanını vakfetmiştir.

İlginçtir ki kendinden başka herkesle ilgilenen insanlar kendilerinden başka herkesden şikayetçi olurlar. Burada başkalarının da kendilerini düşünmemeleri, kendilerine saygı göstermemeleri gerektiğine dair derin bir inanç söz konusudur. Bu yüzden bu tip insanlar kendilerine değer veren insanlarla karşılaşınca şaşırırlar. Onları kibirli, kendini beğenmiş, alçakgönüllülükten uzak, bencil olarak nitelerler.

Burada daima bir tezat yaşanır. Kendilerinden başka herkesle ilgilenen ve kendilerine değer vermeyen bu insanlar başkalarının da kendileriyle ilgilenmemesinden neden şikayet ederler? Yaşanan ilişkilerin; ister arkadaşlık, dostluk olsun ister sevgililik olsun ister aile bağları olsun, seviyesini düşürmekle zaman harcayan insanlardan bahsediyoruz. Mantık şudur; ben değerli değilim, sokağa çıkarken üstüme başıma dikkat etmesem de olur, makyaj yapmasam da olur, traş olmasam da olur, kendime önem vermesem de olur. O zaman bütün bu insanlar kim ki kendilerine bunca değer veriyorlar? Onlar da kendilerine değer vermesinler. Kendilerini ne zannediyorlar.

Evet, olay budur. Kendilerine değer vermeyen insanlar kendilerinden başka herkese değer verirler ve bir diğer yandan da kimsenin kendine değer vermesini istemezler. Böylelikle nevrotik kısır döngünün getirdiği yalnızlık duygusu, kişinin başkalarının kendine verdiği değeri de aşağılara çekerek hafifletilmeye çalışılır.

Böyle şeylerin sonuç vermediği malum. Ancak burada bunları kimseyi suçlamak için yazmıyorum. Benim bütün derdim insanoğlu olarak kendimize verdiğimiz ruhsal zararar hakkında bir şuur yaratmak. En ufak bir soru işaret yaratıp bu konuda ilerleme kaydedilmesine katkıda bulunabilirsem ne mutlu bana. Zaten hayat çok kısa, ruhsal kısır döngülere fazla zaman ayırmaya değmez.

Categories
Kişisel Gelişim Psikoloji

Nedenlerde Kaybolmak

İnsan, içinde bulunduğu şartların getirdiği sıkıntılara anlam aramakla zaman kaybeder. Maalesef bir çok şeyin altında nedenler arıyoruz ve bu nedenleri ararken olayların kendisinden uzaklaşıyoruz. Oysa odaklanmamız gereken daima şimdiki zamandır.

Hayatın ne kadar kısa olduğunu söyleyip duruyorum bu yüzden yine yaşam ve ölüm üzerinden örnek vereceğim. Bir tanıdığınız evinize geldi, ayağını burkmuş ya da bacağını kırmış ya da kafasına bir şey düşmüş ve kanıyor. O sırada önemli olan bunun arkadışınızın başına niçin geldiği midir yoksa kanamaların durdurulması veya kırılan kemiğin sabitleştirilip hastaneye gidilmesi gibi şeyler midir?

Sizce hangisi daha öncelikli?

Evinize hırsız girdi diyelim. Salonun ortasında göz göze geldiniz. O sırada sizin için önemli olan ne olmalı? Hırsızın neden evinizde olduğu mu? Yangın çıktı diyelim. Ateşlerin ortasındasınız. Önemli olan yangını kimin ve neden çıkardığı mı yoksa sizin dumandan boğulmadan ya da yanmadan olay yerinden uzaklaşmanız veya elinizde ise yangını söndürmeniz mi? Yangının neden çıktığını bilmeniz üzerine sıkacağınız suyu ya da atacağınız toprağı mı değiştirecek?

Burada verdiğim örneklerin ölümcül örnekler olduğunu sanmayın. Bir önceki yazımda bir cep telefonu kaybetme vakasından bahsettim. Orada da durum farklı değildir. İnsanoğlunun kendisini suçlu hissettiği, endişeye kapıldığı, strese girdiği durumlarda umumi tuvaletlerdeki gibi büyük küçük ayrımı yoktur. Sıkıntı sıkıntıdır. En sevdiğimiz kalemi kaybettiğimizde verdiğimiz tepkiyle bir yakınımızı kaybettiğimizde verdiğimiz tepki arasındaki fark aslında çok ince bir çizgide yatar.

Bu yüzden, sizi sıkan şeyin nedenleriyle uğraşmayı bırakıp sıkıntıyı ortadan kaldırmak için bir an evvel harekete geçmeniz davranışların en güzelidir. Yangının neden çıktığını sorgulamayı bırakıp olay yerinden uzaklaşmalı ya da elinizde imkan varsa suyu sıkarak yangını söndürmelisiniz. Bunun dışında iki dakika önce bile olsa geçmişte ne olduğunun şimdiki zamandan daha fazla önemi yoktur.

Hayat kısa, ve hiçbir zaman yaşıyor olmaktan daha önemli bir şey olduğu yanılgısına kapılmayın.

Categories
Kişisel Gelişim Psikoloji

Gelecekte Bir Gün Değişeceğim

Değişimi arzulayan bir çok insanın gönlünde yatan bir cümle. Hiç bir zaman gelmeyen bir gelecek. Bir gün değişimini gerçekleştireceğini bilmenin rahatlığıyla uyuyan ruhlar. Tanıdık geliyor mu?

Sahibini şimdi hatırlayamadığım bir Kızılderili sözü vardı, “aptallar yaşam ve ölüm için uzağa bakarlar ama her ikisi de onların yanıbaşındadır” diyordu.

Dünyadaki bütün kişisel gelişim kitaplarını okuyup bitirseniz de, varolan tüm teknikleri kapsayan her türlü psikoterapiye yıllarınızı verseniz de, dünyanın en gelişmiş antidepresan ve anksiyolitik ilaçları ile çalışsanız da, değişimin onayı ve uygulaması size çok yakın bir makamın ellerinde. Bu makam sizsiniz.

Evet biliyorum bütün rejimler yarın başlar (o da bugün pazar olduğundan, yoksa aslında hepsi pazartesi başlar) ama o yarın hiç gelmez. Dosyalarınızı düzene sokmaya karar verişiniz yılbaşından birkaç gün öncesine rastlamıyorsa üzerinden rahat rahat bir altı ay geçmiştir.

Peki neden insan kararlarını hayata geçirmez? Çünkü karar almak kişsel sorumluluğun bir parçasıdır. Sorumluluğun olduğu yerde yetki ve cezalandırma söz konusudur. Hata yapmak söz konusudur. Eğer karar sizinle ilgili değilse ve başınızda bir otorite varsa o sizi cezalandıracağı için harkete geçmezsiniz. Belki de cezalandıracak kişinin kim olduğu belli olduğu için daha rahat harekete geçebilirsiniz ama söz konusu olan kişi siz olduğunuzda bu karar verme acınızı hafifletmez.

Kişi daima kendi özgürlüğünden korkar ve bundan kurtulmanın yollarını arar. Daha sonra bu yollara tembellik, depresyon ve benzeri isimler veririz. Bunun akabinde kişi kendini cezalandırmaya başlar; daha iyi olamadığı için. Sonra da daha sıkı bir disiplin altında olması gerektiğine inanır. Böylece kendisini özgürlükten uzaklaştırmak için elinden geleni yapar. Sonra da özgürlükten uzaklaştığı için kendi kararlarını hayata geçirebilme iktidarını göstermekten aciz(miş gibi) kalır.

Bu bir kısır döngüdür. bu kısır döngüyü kırmak için yapılması gereken şey hızla bir daire çizmekte olan bu trenden dışarı atlamaktır. Ancak bu şuur gerektirir.

Bu kısır döngü içindeyken oradan çıkamayasınız diye bilinçaltınız size oyunlar oynar ve şuurunuzu kapatır. Şuurunuz açılmasın diye gündelik yaşam işleriyle dört döner durursunuz. İlerleyebilmek için gerçekte yapmanız gereken ilk şey bir müddet durmaktır. Bir müddet durup dinlenirseniz (gerçekten) o zaman şuurunuz açılmaya başlar ve sizi bir yere götürmeyen bu trenden atlayabilirsiniz.

Categories
Genel Kişisel Gelişim Psikoloji

Kişisel Değişimin İtici Gücü İstek

Ne dersek diyelim, kişisel gelişim ve ilerleme içinde değişimi barındırıyor. Bu, çeşitli kişisel gelişim programları için de geçerli, psikoterapi için de geçerli, hatta okuduğumuz bütün okullar için geçerli. Eğitim psikolojisinde bir şeyi öğrenmek, bir konudaki davranışların değişimi biçiminde tanımlanır.

Bir diğer yandan da tüm bunları hiç söylemesek bile en azından şunu biliyoruz ki insanlar zaman içinde hem değişirler hem de değişmeyi isterler.

Ancak sıklıkla karşılaşılan sorunlardan biri, değişim karşısında isteksiz olmaktır. Bu nedenle kişisel değişim ya çok yavaş ilerlemekte ya da hiç ilerlememektedir.

Kişisel değişimin en büyük itici gücü istektir. İsteyince her şey olur gibi sözler söylenir fakat bu sözlerin hepsi eksik, yarım bırakılmış sözlerdir. İstek, bakkallarda marketlerde satılan bir şey değildir. Kişinin kendi içinden geldiği sürece değişime itici güç sağlar. Tam bu noktada, ben bir çok şeyi çok istediğim halde değiştiremiyorum diyenleri duyar gibi oluyorum. Bu gibi durumlarda isteğinizin gerçekten çok olup olmadığını irdelemek lazım. Bir şeyi gerçekten istemenin benim gözümde ölçüsü şudur: En çok sevdiğiniz yemeği yerken zorlanıyor musunuz? Yanında en çok zaman geçirmek istediğiniz kişilerle beraberken yaşam nasıl? En sevdiğiniz iş/hobi ile ilgilenirken yoruluyor musunuz? Mesele burada. Gerçekten çok istediğimizi zannettiğimiz bir çok şeyi gerçekte hiç istemiyor olma ihtimalimiz bile vardır. Bir şeyi gerçekten çok isteyip istemediğinizi anlamak için bunu çok sevdiğiniz başka şeylerle karşılaştırabilirsiniz. Odun taşımayı çok seven ve çok isteyen biri ancak çok uzun zaman sonra yorulur.

Eğer bir futbol fanatiği iseniz taraftarı olduğunuz takımın maçına giderken ayaklarınızın hiç de geri geri gitmediğini gözleyebilirsiniz. Maç için bileti almak koymaz, hava durumu sizi engellemez, stadyumda iyi bir yer bulamamak sizi etkilemez. Çünkü işin içinde gerçekten istediğiniz bir şey vardır.

Hayatınızda değiştirmek istediğiniz şeyler üzerine çalışabilmek için de doğal arzu ve istekleriniz üzerine yoğunlaşmalısınız. İstemediğiniz bir şeyi zorla isteyebilmeniz söz konusu olamaz. Kendinizi ne kadar zorlarsanız zorlayın bir süre sonra hem ruhunuz hem de bedeniniz size bu zorlamadan çok daha şiddetli biçimde cevap verebilir.

Başlangıç için kendinizi kendinizin akışına bırakın. Şu anda en çok yapmak istediğiniz şey ne ise onu yamaya çalışın. Hayatın ne kadar kısa olduğunu da aklınızdan çıkarmayın.

Categories
İş Hayatı Kişisel Gelişim Psikoloji Sosyoloji

Kapitalist Dünya ile Kişisel Dünya Arasında Denge Kurmak – 1

Her ne kadar komünizm, sosyalizm, ve benzeri ekonomik sistemler pratik yaşamda uygulamaya konulamadı ve kapitalist sistemden daha iyisi henüz bulunamadı ise de kapitalist düzenin insan doğasına uygun olmadığı bariz bir gerçek.

Ekonomik tartışmalar elbette sürüp gidecektir ancak şu kısa hayat içerisinde bizim işimiz yine insan psikolojisi ve insanın ruh halleriyle ilgilenmek.

Dünyanın düzeninden kaçabilmemiz mümkün değil. Her sabah uyanacağız işimize gideceğiz. Akşam eve dönüp ertesi sabah tekrar işimize gideceğiz. Bu düzeni değiştirmek için yapabileceğimiz fazla şey yok. Ancak bu düzen dahilinde sinirilerimizin bozulmasını ve ruhlarımızın telef olmasını engelleyebilecek düşünce tarzları, davranış biçimleri mevcut.

Kapitalist dünyaya dair genel şikayetler çalışılan işyerlerindeki arkadaşların ister üst ister alt olsun birbirleri ile işten bağımsız olarak didişmeleri, birbirlerinin sinirlerini yıpratmaları, ayrıca patronların çalışanlar üzerinde korku, belirsizlik ve şüphe gibi araçları kullanarak baskı kurmalarıdır.

Böyle bir durumda yapılması gereken ilk şey, hiç bir kurumun ezelden beri varolmadığını hatırlamak, kişinin her zaman bulunduğu işi, eşi, evi, şehri, ve benzeri değişkenleri kendi kararlığılı ile değiştirebileceğini hatırlamaktır.

Bunu hatırlamanın beraberinde getireceği özgürlük korkusu ve varoluş kaygısı kişiyi karar alma acısına sürükler. Bugün, ne dersek diyelim, ne kadar gelişmiş olursak olalım yine de eninde sonunda çalışmamızın bir numaralı sebebi temel gıda maddelerini satın alabilmek ve başımızı sokabilecek, bizi hava koşullarından koruyacak bir eve sahip olabilmektir; ama satın alarak, ama kira ile.

Yani çalışma nedenlerimiz ölümcüldür, ölüm kalım, açlık, soğuk hava ve benzeri sebeplerden oluşurlar. Bu nedenle kişinin iş hayatında kendi kararlarını kendi vermesi meselesi ciddi bir varoluş (yokoluş) kaygısını ve özgürlük korkusunu beraberinde getirir.

Biraz derine inersek, Anne, Baba, Devlet, Abi, Abla, Öğretmen, Polis, Komutan,… Otorite İle İlişkiler başlıklı yazımda da belirttiğim gibi kapitalist düzen ya da içinde bulunduğumuz dünya düzeninin adı her ne ise, burada yaşadıklarımız bize verdiği tüm sıkıntıya rağmen bir yandan ciddi bir korunma ve güvenlik hissini de beraberinde getirmektedir.

Hal böyle olunca kişinin kendi kararlarını vermesi insanda güvenlikten ve korunuyor olma duygusundan uzakta kalma hissi yaratır. Bu nedenle kişinin hayatını değiştirmeye dair büyük kararlar vermesi kişide katlanılması zor karar acılarına neden olabilir.

Bu yüzden de kişi kapitalist dünya düzeni ile kendi iç dünyası arasında iyi kötü bir denge kurmalı ve ıssız bir adaya göçerek mutlu bir hayat yaşama olasılığından evvel bir yetişkin olarak gündelik hayatın getirdiği sıkıntılarla başa çıkma becerileri geliştirmelidir.

Bu da iş yaşamındaki bozuk iletişim, yıpratıcı konuşmalar, geleceğe dair korkular gibi konularda kişinin kendi psikologu olması ve ruh haline vakıf olması, bir yetişkin olarak kendi hislerine gereken önemi verip kelimelerin taşıdığı anlamların kendi yaşamı kadar önemli olmadığını idrak edebilmesiyle olur.

Bu yazının, bir süre sonra yazacağım ikinci bölümünde bu konularda denenebilecek tekniklerden ve kişinin iç dünyasını rahatlatacak düşünce biçimlerinden bahsedeceğim.

Categories
Eğitim Felsefe İş Hayatı Kişisel Gelişim

Kişisel Gelişime Dair Yanlış Anlamalar

Kişisel gelişim hakkında yazılanları takip etmeyi bıraktım sayılır. Nedeni; insan kaynakları, kişisel gelişim ve benzeri konularda yazılan yazıların çoğunun kişinin kendisinden başka herşeyi geliştirmeye eğilimli bir anafikir taşıması.

Kişisel gelişim diyoruz, uzmanlar bize işyerinde nasıl daha verimli olursunuz konulu demeçler veriyorlar. Kişisel gelişim yazıları genellikle sosyal rollere mahkum edilmiş durumda. Nasıl daha iyi bir anne olursunuz, nasıl daha iyi bir sevgili olursunuz, nasıl daha iyi bir vatandaş olursunuz, nasıl daha iyi bir …. olursunuz, artık noktalı yeri siz kendiniz tamamlayın. Aklınıza ne gelirse.

Oysa bence kişisel gelişim gerçekten kişisel konularla ilgilenmeli. Örneğin “kendinize nasıl daha iyi davranırsınız” başlıklı bir konu gerçek bir kişisel gelişim konusudur. “Hızla gelişen teknolojiden nasıl korunursunuz” başlıklı bir konu da bence harika bir kişisel gelişim yazısı olabilir.

İnsanoğlu, içine sokulduğu amansız ve anlamsız yarış nedeniyle kişisel gelişim başlığı altında sürekli gerçekte varolmayan ve elden geldiğince mükemmelleştirilmeye çalışılmış hayalet bir kişilik ile karşılaştırılıyor. Kişinin, kendisini sürekli olarak gerçekte varolmayan, varolamayacak hedefe doğru sürüklemesi sanırım cehennemin dünya üzerindeki tasvirine iyi bir örnek oluştursa gerek.

Tüm bu yanlış bilgilendirme, insanı gerçekte olmak isteyebileceği yerden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. İnsanlar bu nedenle çok daha fazla gelişebilecekken dar bir kapsamda sıkışıp kalıyorlar.

Çözüm daha az dinleyip daha çok konuşmakta.

Categories
Felsefe Kişisel Gelişim Psikoloji

Anne, Baba, Devlet, Abi, Abla, Öğretmen, Polis, Komutan,… Otorite İle İlişkiler

İnsanoğlu kendi kararlarının sorumluluğundan kurtulabilmek için sırtını biryerlere dayamak ister. Tam bu noktada da sırtımızı dayayacak otoriteyi elimizle koymuş gibi buluruz.

Aslında birçoğumuz hiç büyümeyiz, sadece yaşlanırız. Neredeyse hepimiz, çocukluk yıllarımızdan beri bizim adımıza karar veren bir merkez ararız. Bu bazen sevgilimiz, eşimiz olur, bazen de okuldaki hocamız, işyerindeki üstümüz.

Sonra da akşam eve gelince birbirimize bu otoritelerden şikayet ederiz. İşin aslı, insanoğlunun kendi özgürlüğünden korkması, bundan fellik fellik kaçması ve özgürlüğünü teslim edecek bir eskici aramasıdır.

Kişi, alabildiğine özgürdür. Ancak özgürlük korkutucudur. Kişinin kendisine karşı olan sorumluluklarını üstlenmesini gerektirir. Kararlar vermesini gerektirir. Her karar bir vazgeçiştir ve bu yüzden de acılıdır. Karar vermek, kendi davranışlarının sorumluluğunu taşıyarak özgürlüğünü yaşamak kişiye ağır geldiğinden kişi otoriteye sığınır. Başına gelenlerin sorumluluğunu otoriteye devreder.

Bunu bir nevi factoring şirketlerinin borçları devralmasına da benzetebiliriz. Yaptığı işlere kestikleri faturanın tahsilat maliyetini kaldıramayan şirketler (ki böyle bir piyasada çok doğaldır, Türkiye şirketlerin gelecek bir tarihte ödeme yapmak amacıyla çek kullandıkları tek ülkedir) alacaklarını bu işte özelleşmiş, ustalaşmış, sadece bu amaçla kurulmuş firmalara devrederler.

Kişinin kendi hayatı adına karar alması çok zor bir süreçtir. Yine de şu kısa hayatı alabildiğine değerlendirmek, “kendini gerçekleştirmek”, hayatın tadını çıkarmak isteyen kişi, kararlarının sorumluluğunu almalı ve korka korka da olsa özgürlüğünü doyasıya yaşamalıdır.

Categories
Kişisel Gelişim Psikoloji

Düşünce Süreçlerine Gereken Zamanı Tanımak

Lisedeki psikoloji derslerinde kısaca anlatılan, beynin işleyiş biçimine dair bir konu vardı. Hatırlatmak gerekirse; özellikle yaratıcılık gerektiren işlerde kişi belli düşünce süreçlerinden geçer, dışarıdan bakıldığında hatta kendi kendine düşündüğünde birşey yapmıyormuş gibi görünür ancak bir süre sonra aniden üzerinde çalıştığı sorunun çözümü kişinin aklına gelir.

Aslında aniden gelmez. Sadece aniden gelmiş gibi görünür. Oysa arka planda zihniniz söz konusu olay / kavram / sorun üzerinde çalışmaktadır. İnsan beyni, kendisi farketmeden de kafayı çalıştırabilir.

Günümüzün hızlı iş temposu içerisinde ise gerek kişisel sorumluluk gerekse toplum baskısı nedeniyle zihinsel süreçlerimize gereken önemi vermiyor, gereken zamanı tanımıyor ve kendimize / başkalarına hiçbir şey yapmıyormuşuz / yapmıyorlarmış gibi davranıyoruz.

İster yolda olun ister yatağınızda uykuda, beyniniz sürekli çalışıyor. Siz bu çalışmanın sadece belli bir kısmını bilincinizde hissedebiliyorsunuz.

Benzer bir örnek insan beyninin sürekli veri kaydediyor olması ile ilgili de verilebilir. Yine klasik lise psikoloji derslerinden hatırlayabileceğiniz bir konudur; şimdi size işyerinizin yakınlarında bir eczane sorulsa cevabı şu anda hatırlayamayabilirsiniz ama eczane gerektiği anda eğer o çevredeyseniz eczaneyi elinizle koymuş gibi bulursunuz.

Sihir gibi ama değil. İnsan zihninin işleyiş biçimi bu.

Bu nedenle, önünüzde bir yığın iş varken gözleriniz dalıp gidiyorsa paniğe kapılmayın. Beyniniz çalışıyor ve muhtemelen önünüzdeki işleri gerçekleştirme aşamasına geldiğinizde neler yapacağınızı sıraya koyuyor. Zaten bu nedenle üç beş kez dalıp gittik diye hayatımız sona ermiyor. Diğer türlü halimiz vahim olurdu.

Zihninizin planlamalar yapmasına önem verin ve buna zaman tanıyın. Hayat kısa. Bu kısa hayat içerisinde bedenimizin bize verdiği olanakları reddetme lüksümüz yok.

Categories
İş Hayatı Kişisel Gelişim Popüler

Prezentabl Olmak

İnsan Kaynakları kitaplarında, gazetelerdeki iş ilanlarında sıkça rastladığım birşey bu. Toplumun genel algısında bir yeri var ki hiçbirimiz anlamını sorgulamaya gerek görmeden ne demek istendiğini anlayabiliyoruz. Ancak, günümüz dünyasında birçok konuda olduğu gibi prezentabl olmak konusunda da muazzam aldatmacalar söz konusu.

Kelime anlamı olarak prezentabl olmak, sunulabilir olmak anlamını taşıyor. Ama ben sizi bununla sıkmak istemiyorum. Herkesin kapitalist düzen ve onun organları hakkında lümpenleşmiş tespitler okumaya doyduğuna inanıyorum. Beni esas ilgilendiren şey ise prezentabl olmaya çalışanların zihinlerindeki yanlış ve işe yaramaz izdüşümleri bulup onları yok etmek.

En basit anlamıyla prezentabl olmak; göze hoş görünmek, etkileyici bir görünüme sahip olmak anlamında kullanılıyor. Yine de, bunun yaygın tarifi ve prezentabl olma yolları şık takım elbiselerle, kıyafetlerin ütülü, ayakkabıların cilalı olmasıyla, her sabah traş olmakla/fön çekmek-çektirmekle, vb. gerçekte sizi prezentabl olmaktan ziyade fazlalıkları budanmış bir ağaç kadar düzgün, kabul edilebilir fiziki görünüme sahip olmak yönünde ikna etmeye çalışarak yapılıyor.

Hayatınızın herhangi bir döneminde, etrafınızdaki herhangi birinden daha fazla dikkat çeken, göze çarpan, yanında olmak istenen, söylediklerine herkesin söylediklerinden daha çok inanılan, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin birçok kişinin etkilendiği insanları düşünün. Örneğin Fidel Castro, Seth Godin (evet, şu mor inek kavramının yaratıcısı), ssg, vs. Ayrıca bu kadar uzaklardan örnek aramanın yanısıra yakın çevrenizi hatırlayın. Ailenizde, işyerinde, okulda, sokakta diğerlerinden daha güvenilir görünen, sözüne daha çok inandığınız, herhangi birinden daha fazla beraber çalışmak, zaman geçirmek istediğiniz insanları hatırlayın. Bunlardan hangileri günümüz dünyasının presentabl olmak düzemecesi ile uyumlu? Kaç tanesi? Kaç tanesi “sunulabilirliğini” günlük traşı, fönü, kıyafetlerinin ütüsü üzerine kurmuş? Kaç tanesinin sizi çeken özellikleri bunları kapsıyor?

Cinsel tercihinize göre zihninizde canlandırın: Sizin için çekici bir bedeni/yüzü olan ve ama saçları darmadağınık, kıyafetleri ütüsüzü biriyle mi zaman geçirmek istersiniz yoksa sizin için itici bir bedeni/yüzü olan ve ama saçları bakımlı, kıyafetleri ütülü, ayakkabıları pırıl pırıl olan biriyle mi? Bu görsel imgeleri gözünüzde canlandırın.

Bu söylediklerimi, tüm bu düzmecenin bir parçası olan uzun saçlı, motorsikletli alfa erkek masalı ile de karıştırmamanızı rica ederim.

Halit Kıvanç bir gün stüdyoya üzerine bir çuval geçirmiş olarak gelse, ben onun ustalık dolu program sunumunu yine de dinlerim. En sevdiğiniz yazarın yeni romanını, tuvalet kağıdına yazılmış olsa bile seve seve okursunuz. En sevdiğiniz yemeği, tabakta nasıl sunulursa sunulsun, temizliğinden ve sağlıklı olduğundan şüphe duymadığınız müddetçe yemekten çekinmezsiniz. Çok hoşunuza giden bir melodi varsa bu melodinin hangi enstrümanla çalındığı sizin için melodiyi duymak kadar önemli değildir.

Sizlere “önemli olan ruh güzelliğidir” demiyorum. Günümüzün genel geçer kurallarına göre prezentabl olmak yanlış yorumlanmakta ve anlatılmaktadır diyorum.